Günümüz Türkiye’sinde Emek Anlatıları -2
Bu başlık altında, emek alanında bilgi üretenlerin araştırmalarının saha ayağı için gerçekleştirdikleri mülakatlardan çarpıcı kesitleri paylaşıyoruz. Böylece, amacımız hem akademi-örgütlenme olarak çizilmiş sınırların ötesine geçmek, hem de emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının bir fotoğrafını çekmek.
Yazar: Ekinsu Devrim Danış
2017 yılında yüksek lisans tez çalışması kapsamında Kayseri’de Boydak Holding’e bağlı fabrikalarda çalışan işçilerle yapılan mülakatlar, Türkiye’de çalışma yaşamında dindar-muhafazakarlığın belirgin şekilde araçsallaştırıldığı dönemin sembol fabrikalarında emek süreçlerinde denetim, rıza ve direniş süreçlerine odaklanmaktadır.
1990’larda Türkiye’de İslam ve neo-liberalizmin emeği denetlemek üzere uyumlu birlikteliğinin bir izdüşümü olarak Denizli, Gaziantep ve Kayseri gibi şehirlerdeki Anadolu Kaplanları denilen sermayedarların büyümesi, emek denetim süreçlerinde yeni ve farklı denetim mekanizmalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Esnek çalışma, kayıtdışılık ve güvencesizlik, özellikle rızaya ve tabiyete dayalı emek denetim mekanizmalarını daha belirgin hale getirmiştir. Aynı zamanda, rızaya dayanan bu ilişkilerin kırılmaya başladığı ve işçiler tarafından sorgulandığı süreçte, öncesinde rıza üreten dindar-muhafazakarlığın tersinden direniş sürecinde de nasıl itici bir etkisi olduğunu tartışılacaktır.
Görüşmenin arka planı: İşçinin adı Cavit Hoca. Kendisi aynı zamanda çalıştığı fabrikanın da imamlığını yapıyor. İmam hatip lisesinde okurken babası hafızlık okuluna yönlendirdiği için liseyi terk etmiş. Oradan imam hatibe geçmeyi tercih etmiş çünkü hafızlıktan sonra Kuran’ı iyice öğrenmiş. İmam hatipteki dönemlerinde imam hatiplerin kapatılması sürecinde hocası perukla sınıfa gelmiş ve ağlamış. Şöyle anlatıyor: “’Müslüman bir dinde nasıl olur da eşarp ve türban takmayıp ağlıyor’ diye düşündüm. Bu bana çok etki etti ve imam hatipten adeta soğudum. Allah’a dua ettim, en iyi sektörün İstikbal camiası olduğunu düşündüm. İnşallah, dedim, askerden geldikten sonra Allah’ım İstikbal camiasına girmeyi nasip eyle diye dua ettim. Askerden döndüm ve Rabbim nasip etti, İstikbal’de işe başladım.” 22 yıldır İstikbal’de çalışıyor.
Patronun nasıl birisi olmasını isterdiniz?
Türkiye’de patronlar sürekli işçiyi eziyorlar. Neden? Her şeye değer veriliyor ama insanların değerine maalesef önem verilmiyor. Geçen sene Almanya’ya gitmiştim. İnsanlar, Yahudi, Alman, Japon, Hristiyan geliyor. Onlarla bir mukabele ettim. Bir kişi bana çok hoş geldi, kendisi Yahudi. Şöyle bir baktım, sigarayı çıkardı, yaktı ve yakarken söndürecek bir yer bulamadı. Çantasından bir kül tablası çıkardı, onu içine bastı, kapattı ve çantasına koydu. Şimdi düşündüm, tam bir Müslüman gibi davranış yaptı o kişi. Benim bir tanıdığım abim var, kafe işletiyor. Turistler oraya geliyorlar, bir şey içerlerse parasını oraya koyup gidiyorlar. Düşünüyorum ki, demek ki biz Müslümanlığı maalesef yaşayamıyoruz.
Herkesin bir konumu vardır. Ben patron değilim. Ama şu bir gerçek ki, her şey adalet sahibi Allah’ındır. Eğer patron, işçinin hakkından sırtından yiyorsa, eyvah onun haline. Ama burada işçinin de görevi çok önemli. O da çalıştığında patronuna ihanet etmeyecek. Ancak aldığımız asgari ücret maalesef çok yetersiz. Bu yüzden açlık geliyor. Adam evine giderken çalışıyor, ömrünü harcıyor, bir ev alıyor. Normalde kredi çekmek haramdır ama o insan kendine özgüvenini kaybediyor. Eğer evliyse ve çocukları varsa, hanımının isteklerini karşılayamıyor. Hanımı “Bey, şunu al” diyor. Çocuklar “Baba, markete gidince bana şunu al” diyor. Adamda yok, zaten alacak. Bu da adamı depresyona sokuyor, sinirleniyor, agresif oluyor. Sonra cinnet geçiriyor, çocuğunu öldürüyor, eşini öldürüyor, en sonunda kendi kafasına sıkıyor.
Avrupa’nın dini sistemi yanlıştır. Biz Müslümanız, Elhamdülillah. Ama Avrupa, Yahudi işini güzel yapıyor, sürekli Müslümanlarla uğraşıyor. Adam dinine bağlı, kendince. Bizim aldığımız para bize yetmiyor. Bugüne kadar asgari ücret 1400 lira. Hadi elimizi vicdanımıza koyalım. 400-500 lira kira. Kışsa, doğalgazı, odunu, kömürüyle bu vatandaş ne yapacak 1000 lira ile? Adamın elinde 400-500 lira kalıyor. Çocuklarına mı bakacak, okul masraflarını mı karşılayacak, giyimi, kuşamı, yiyeceği saymıyorum. Peki, bu adam ne yapacak? O zaman sıkıntıya giriyor.
Patronun İslami çalışma ahlakına göre nasıl bir özelliği olması gerekir?
Evvela şu çok önemli: işçinin patrondan beklediği tek şey maddiyattır. Bugün işçiler ağzını açtığında şunu diyorlar: “Sabancı şöyle diyormuş, benim işçim çalışırken ev de olacak, arabası da olacak,” diyormuş. Bunu biz duyuyoruz yani. Hani bizzat duymadım ama genelde bunu söylemeseler çıkmaz bu konu. Büyük firmalarda çalışan bir milletvekilinin maaşı ile asgari ücretlinin maaşı arasında uçurum var. Biz mazlum, bir gariban karnını bile doyurmuyor, onun için patrondan beklediğimiz az yesinler. Patronun altında sıfır Mercedes’ler, BMW’ler ve her gün işe arabayla gidip geliyor. Bir yakıt ortalama 1400-1500 lira, asgari ücretin de üzerinde. Bu vicdan mı, merhamet mi? Ama seni kim kalkındırıyor? İşçin kalkındırıyor. Türkiye’de şu olay maalesef yok: işçilerde bir birlik yok. Hangi işçi toplanıp da bir araya geliyor? Herhalde Fransa’da mı ne bir şey oldu, bütün işçiler meydanlara çıktı. Sebep ne? Hakkını savunuyor. Bunun bir sakıncası yok ki. Milletvekili 4-5 sene çalışıyor. Hadi 10 sene çalışsın. Ama işçinin çalışması kolay mı? Sabahleyin gidiyor, akşama kadar çalışıyor, yorgunluktan eve geliyor ama eve geldiğinde kendini tatmin edecek bir parası yok. Adamın altına evi yok, arabası yok ve çocuklarına iyi bir eğitim sağlayamıyor. Hep eğitim eğitim deniliyor ama iş eğitime gelince nasıl verecek? Adam 11-12 saat çalışıyor, çocuğuna vakit ayıramazsa ne olacak? Bir adamın biraz kafası rahat olacak ki sosyalleşebilsin. Adam yurtdışından geliyor, Türkiye’yi geziyor. Konya’yı geziyor, Erciyes’e çıkıyor. Ben de hafta sonu pikniğe gidemiyorum. Avrupa’da işçi maaşıyla araba alıyor, sen burada maaşınla telefon alamıyorsun.
Kayseri şartlarında iyi ücret alıyorsunuz. Sıkıntı yaşadığınızda ilk kimle paylaşıyorsunuz?
Türkiye’de böyle bir adaletsizlik var. Zenginin borusu ötüyor derler ya hani. Bir olay anlatayım. Hz. Ömer’in kızları bayramda geliyor. Kızları diyor ki Hz. Ömer’e, Ey babacım, bayram geliyor; bize ne alacaksın? Hz. Ömer buyuruyor ki: “Kızım, maaşımı henüz almadım. Bu yüzden bir şey alamam.” Kızlarının söylediklerine bak. Ey babacım, devletin hazinesinde para var; sen ay başında al ve öde diyor. Eğer devletin parasını alırsam, burada ne kadar millet varsa hepsine almak zorundayım, diyor. Bak, adaleti gördün mü? Herkese eşit davranacaksın. Ama şimdiki topluma bak. İşin aslı, biz mahvolmuş bir milletiz.
Aldığımız maaş ve yediğimiz rızık olarak hayatta hiçbir şeyin şükrünü ödeyemeyiz. Evvela, buna kim şükretmeli? Allah’a. O ayrı bir konu. Sağlığımızdan, bir gözümüzü dahi ödeyemeyiz. Adalet ayrı bir olaydır; Allah’ın bize verdiği mülk ayrı bir olaydır. Şu anda Allah’ın hükmü yerine gelmiyor; Allah’ın Kuranıyla hareket eden yok.
İşçi çalışıyor, çalışıyor; işçi bir gelir elde ediyor ve o ay ödeyecek. Kış geliyor, yatırıyorlar, yatırıyorlar, işçi tabii borçlanıyor. Kime? 6 ay kışı yok, yazın da bu sefer işçi bir pazar mesaisine daha gideyim diyor, oradan bir elli altmış lira alayım da açığımı kapatayım diyor. Peki, böyle bir adam çalıştığında kendini nasıl ifade edecek?
Ne bir “merhaba” geliyor, ne selam. Ayrıyeten, müdürler patronlardan daha üstündür. Sebebi şu: O adam patron olsaydı, kim bilir nasıl olacaktı? İşçiyi yerine göre aşağılıyor bile. Böyle insanlık dışı davranışları var. İyi insanlar da var, hal hatır soran. Bu sebeple de kendini çekmeye çalışıyor. Ben patronu tanırım; camiye gittiği zaman çok mütevazi biridir. Hiçbir zararını görmedik. Hatta, birilerinin bazı mağduriyetleri olduğunda, patron yardım ederdi.
Çalışma koşulları nasıl, memnun musunuz?
Şöyle bir hadis vardır: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Bizim iş yerinde de belli kaidelerimiz var. İnançla hakkını savunuyor, Allah razı olsun. Ama hakkını savunduklarında herkes birlik olsa, çok güzel olur. Ben bunu 97’de yaşadım. Askerden döndüğümde bir firmada çalıştım. Orada maaşımızı vermediler. Hadi ayaklanalım dediler. O zaman bekarım, öne doğru çıktık. Bir konuşmaya başladım. Arkamı döndüm, iki kişi kalmıştı. 1 hafta geçmedi, bir kılıf uydurdular; “Cavit burada çalışamazsın artık, işten çıkarıldın,” dediler. Bu durumu yaşadıktan sonra düşündüm: Acaba ben evli olsaydım ne yapardım? Şimdi kendimi frenliyorum; çünkü çoluğumun çocuğumun rızkı var diyorum. Sonra kısıtlama getiriyorsun kendine, konuşamıyorsun.
Müslüman uyanık olur, ama kime? Düşmanına karşı. Ama Müslüman, Müslümana uyanık olmak zorunda kalıyor.
Haksızlığa uğradığını hissettiğinde ne yapıyorsunuz?
Artık iş yerinde haksızlığa uğradığımda kendi şahsıma yönelik olarak kalabalık yerde konuşmuyorum. Çünkü kalabalıkta konuşunca, adamın nefsi ağır basıyor. Çünkü o da nefis taşıyor. Alt rütbesi varsa, aşağı düşmek istemiyor. Bu yüzden dengesiz konuşmaya başlıyor. Eğer işten çıkarılacağını göze alıyorsan konuşmak güzeldir. Ama bazen Müslüman biraz uyanık olmalıdır. Ben 11 senedir Boytaş 2’de çalışıyorum. İlk geldiğimde hiç tanımadığım müdür, bana “Şurada çalış” dedi. Arada biraz sürtüşmemiz oldu. Bana ne dedi: “Çalışamıyorsan kapı burada,” dedi. Ona, “Sana bir hadis okuyayım mı?” dedim. Gözlerini açtı, bana baktı. Çünkü laf yerinde güzeldir. Efendimiz (s.a.v.)’in bir devesi vardı ve bu deve hiç yenilmezdi. Kendisi güçlü ya, yukarıda. Müşfiklerin de bir devesi vardı ve yükle dolu olduğu halde diğerini geçti. Etrafındakiler de “Ya Resulullah, sizin devenizi nasıl geçerler?” dedi. “Dünyada hiçbir güçlü şey yoktur ki yenilgiye uğramasın,” dedi. Ben bunu anlatınca ona kapak oldu tabii. Anladı. Aradan biraz zaman geçti, kendi çıktı gitti. Gördün mü, bazı şeyler sabır işi yani.
Deniz tamam hakkını savundu (2015’teki fiili grevde işten çıkarılan bir öncü işçiden bahsediyor) Allah razı olsun. Ama arkasındakiler savunmadı. Keşke bütün Müslümanlar böyle davransa, hepsi beraber. Birlikten kuvvet doğar. Deniz işten çıktı, iş aramaya başladı, çoluk çocuk Deniz’den ekmek beklemeye başladı. Ortalıkta o kadar hain var ki. Adam belki de Deniz’in başka bir arkadaşını şikayet etti. Bunu bizzat yaşadım. Adam çalışırken iki kişi dövüşmüş; “Şuraya bir imza atsana,” dedi. O adamı sevmiyorlar ya, “Aman git, benden uzak ol,” dedim. Ben bir imza atsam, adam çıktı gitti. Bu durum o kadar tehlikeli. Deniz’in yaptığı Müslümanca bir olaydır. İmanın şartı altıdır: kadere inanmak. Ama şöyle bir şey var; insan kaderini dua ile değiştirebilir.
Hiç canıma tak etti dediğiniz anlar oldu mu?
Olmaz olur mu? Mesela ustaların tanıdığı kişiler oluyor. Bir izin isteyince onlara hemen veriliyor. Sen de izin istiyorsun, gerçekten işin olduğu zaman, “Yok, izin vermem,” diyorlar. Ama o adamı iki güne kadar gönderiyorlar. İşin aslı bu yani. Bazen her şeyi göz önüne aldığım anlarda oldu, çünkü insanız. Yani, şuradan profili yere vurayım diyorum sinirden. Sonra kendine diyorsun, “Cavit, bak burada takken var, bazı kişilere Allah’ın izniyle namaza başlattın, bunlar Allah’ın izniyle senden bir hadis öğreniyorlar.” Bu yüzden bazen sabır ediyorsun. Ondan sonra hemen gidip abdest alıyorsun. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) diyor ki, “Öfkelendiğiniz zaman abdest alın; su, ateşi söndürür.” Çok sinirli olduğunuz zaman da yere çökün. Eğer yere çöktüğünüzde siniriniz geçmiyorsa yere yatın. Bunu yapıyorum bazen, işin aslı. Camide sinirli olduğumda hemen yere yatıyorum.
Peki bunca kayırma, ağır çalışma koşulları ve aşağılayıcı tutumlara rağmen birlik olunamıyordu dediniz. Greve giden süreç nasıl gerçekleşti?
İşçilerin talebi tabii maddiyatla ilgili. Çünkü aldıkları para, şirketin camiasına göre tatmin edici olmadığından işçiler bir yürüyüş yaptılar. Havalar soğuktu. Kişilerin en çok borçlu olduğu döneme geldi. Bu sefer borçlar birikiyor ve adam patlama noktasına geliyor. Zam olayı da belli olmadığı için ne kadar verecekleri bilinmiyor. İşçiler haliyle agresifleşiyor. Bizim gördüğümüz kadarıyla, fabrika 2’de başladı; yürüyüş fabrika 3 ile beraber fabrika 1’e geldiler. 4 ve 5’te işi bıraktılar, komple şirket binasına gittiler. Bu güzel bir şeydir. Bunu sadece İstikbal camiası yaptı. Nasıl olduysa, ben bile şaşırdım. İlk defa başıma böyle bir olay geldi. Daha önce böyle bir olay yaşandığında, müdür geldi, millete kızdı, fırça attı ve herkes geri çekildi. Burada ne oldu? Patron, “Yüzde otuz beş verirsem ben batarım,” dedi. Ne oldu şimdi? Daha kötü battı. Şu da bir gerçek: çok ah almak da iyi değil. Biz etütlü çalışıyoruz; performans olarak, ben inanıyorum ki herkes aldığını hak ediyor. Çünkü çalışmasa dahi çalıştırıyorlar. Böyle bir sistem var.
Yürüyüşe çıkmayanlar oldu mu?
Yürüyüşe çıkmamak isteyenlerden biri gözümün önündeydi. Bu arkadaşın zamanında performansı yüksek olduğu için kendi başına müdürlerin yanına çıkıyordu. Müdür soruyor, “Neden daha çok çalışmıyorsun?” O da, “Napayım, motor mu takayım?” diyor. Adamın burasına geliyor artık. İşte o kişi çıkmadı yürüyüşe. Çünkü zamanında kimse konuşmazken toplandığında, o kişi konuşurdu hep. Bunu çağırırlardı. Kimse de yanında durmadığı için adam, “Bu zamana kadar kim benim arkamdan geldi?” dedi. Böyle adamlar da vardı ama tek tük.
Sizin iş bırakma sürecinde nasıl bir tutumunuz oldu?
Ben bazen o kadar sinirleniyorum ki, kafamda “Allah’ım, yardım eyle,” diyorum kendi kendime. Çünkü orada hocam diyorlar bana. Şimdi ben onlara karşı yalan söylesem ve sözümde durmasam, bu sefer örnek almazlar beni. O zaman lafın ve konuştuğun tesir etmez. Yani arkadaşlar, Allah razı olsun; yanımda bile küfür etmezler. Demek ki kişilere güzel bir şey bırakmışım. Benim de bir huyum vardır: biri hakkında yanımda biri konuştuğunda onu sustururum. Cenazeler, düğünler olsun, çağırılınca gitmemezlik yapmam. Fabrika 2’nin o gün imamı, iş bırakma esnasında toplantıda ne demiş biliyor musun? “Arkadaşlar, tamamdır birliğimizi yaptık ama akşam oldu,” dediği için bu sefer ona yuh çektiler. Hemen haber kanalı ne yazmış? “Fabrika 2’nin imamı patronun ailesini savundu,” yazmışlar.
Bu olaylar neden oldu? Demek ki patron ve ailesi işçilerin hakkını verememiş. Demek bir sıkıntı vardı ki o kadar millet sokağa döküldü. Demek ki işçinin hakkını gitgide kısıyorsunuz. Şimdi yorgunluktan eve gelemediğimiz oluyor. İşler fırladı gitti, maşallah diyelim. Bizim bölümde herkesin performansı belli.
Bireysel baş etme mekanizmaları hakkında ne diyebilirsiniz?
Genelde telefonla uğraşıyorlar, birbirlerine bakmıyorlar. Bazen şayet. Konuşunca da birbirlerini kırıyorlar, şakalar yapıyorlar. Yani şuraya kamera kaydı koy, eşine izlet adamı, tanıyamaz valla. “Bu benim eşim mi?” der. O derece yani. Adam çocuk gibi şaklabanlık yapıyor. Bir bakıyorsun, affedersin, adam eşek gibi anırıyor. Çünkü psikolojik olarak. Adam birden “Vaaa” diye bağırıyor mesela. Ama işin içinde olduğum için biliyorum; depresyona giriyor adam. O yüzden ona da saygı duymak gerekiyor.
Hepimiz için gerçek: evi işe, işi eve getirmeyeceksin. Yoksa başarısız olursun.
Peki haksız kazanç?
İslama göre bilindiği gibi faiz haramdır. Faiz alan da verene de kefil olana da hepsi haramdır diye buyuruluyor. Bu, İslam’ın bir kuralıdır. Ama İslam görüşünde biz biraz geri kaldığımız için şimdi bu adama 1400 lira para veriliyor. 500 lirasını kiraya veriyor ve kafasına göre arttırıyor. Adam da kızıyor; “Elime bu kadar para vereceğime bankadan kredi çeker, ev sahibi olurum,” diye düşünüyor. Buna da haklı derim kendimce. Allah’ın kanununa göre zaten şeriat yaşasak faiz diye bir durum kalmaz. Öncesinde Efendimiz (s.a.v.) zamanında zenginler zekatını garibanlara verirlerdi. Şimdi zengin zekatını nereye veriyor? Adamların trilyonları var.
Fabrikamızda normalde promosyon verilecek diyorlar. Herkes onu konuşuyor. Sendikacıyı bile sıkıştırıyorlar. Artık haram helal kalmamış. Normalde promosyon haramdır. Ama milletin o kadar borcu var ki, adam “Hocam ne yapacağız bu promosyonla?” diyor. Valla alimler haram diyor. Ama “Hocam, benim dolu kredim var,” diyor. Bankaya para yatırmam lazım, ne yapayım diyor. Adama ne dersin? Tabii ki bankaya kapat dersin. Çünkü balık baştan kokmuş. O kadar kredilerin yolu açıldı.
Ne gibi kaizen ve performans baskısı süreçleri deneyimlediniz?
Bir lambanın düğmesine basıyorsun, hepsi birden yanıyor. Bir de çalışan masaların üstündeki şalterleri ayarladığından ihtiyaç duyulanlar yanıyor. Örnek veriyorum, 15 numaralı masa çalışıyor, öbür tarafta 7 numaralı masa çalışıyor. Napıyorsun? O düğmeye basınca çalışan masalarınki yanıyor, diğerleri yanmıyor. Tasarruftan maliyet yapıyor.
Eğer etütçülerin dini İslam olarak yanlışlıkları varsa, hakkını nasıl vereceklerini bilmiyorum. Hakkıyla müdahale etmiyorlar. Adamla ben tanık oldum; iğneyi geçiriyorum, çıkarıyorum, orayı kesiyor. O zaman ne oluyor? Ben normal etütlere göre 100 tane çıkaracaksam, adam benden bunu 200 tane istiyor. Bu sefer performans koşmaya başlıyor. Allah ona soracak.
Ama işçiye de yakışıyor bu. Adam bunun etütünü verirken, diğeri yalakalık yapacağım diye son performansı çalışıyor. Tamam, sen sağlıklısın, verebilirsin böyle bir performans. Ama öbür arkadaşlarını düşün kardeşim.